Türkiye Eğitim Sistemine Bakış


Son günlerde gündemden düşmeyen dersanelerin kapatılması konusunda birkaç veri vermek , düşüncelerimi iletmek istiyorum.

Bugüne kadar eğitim sistemi çok tartışıldı . Dış güçlerin yönettiği , ezber sisteminin cılız yapısı  yorumlarını araştıran ve kıyaslayan herkes görebilir. İktidar kim olursa olsun en yavaş ilerleyen sistem hep en önemli sistem oldu. Bir nevi ülkenin kalkınmasını sağlayan omurga sistemlerdendir.

Her başarısız olaydan sonra ” Eğitim Şart” diyen bir toplum olarak Atatürk’ün sözünü hatırlatmak isterim.“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”

İlginç bir istatistikle başlayalım . Türkiye nüfusunun dörtte biri(17.234.452 öğrenci) okul öncesi okullardan , liseye olan tüm eğitim sisteminde yer alan öğrencilerden oluşuyor. Hemen hemen her ailenin çocuklarının okula gittiğini , Türkiye’nin doğusundaki okulluluk oranının (fakat genç nüfusunun fazlalığı) düşüklüğü de dikkate alınırsa kabul edilebilecek bir veridir. Öğretmen sayısı da 832.726’dır . (Kıyaslamak için NATO’nun en büyük ikinci silahlı gücü Türkiye ordusu 700.000 ) Kalkınma ve Pazar açısından önemli rakamlar.

Dersanelerin gelir tablosuyla kamu harcamalarının oranını gösteren bir istatistik elimizde olsaydı bu tablo daha da ortaya çıkacaktı ( İstatistik verisini bulan arkadaşlar bana bildirebilirlerse bu makaleye ekleriz)

images

İkinci bir istatistikle eğitimin ülkemizde ne kadar değerli göründüğünü göstereyim.Aşağıdaki grafikte eğitime ayrılan kamu harcamalalarının GSYİH oranını göstermektedir. Biz bu tabloda 90.sıradayız . Evet AB kapılarında sıramızı bekleyen , her sene büyüdüğümüzü iddia eden ülke biziz. 

Kamu Harcaması Oranı

Bu veriye paralel Prof Dr Erinç Yeldan ve arkadaşlarının Türkonfed için hazırlanan rapordan alınan istatistikle Türkiye eğitim zemini ile birleştirelim.Haritadaki sarı renk, ortalama eğitim süresinin 5-8 yıl arasında olduğunu söylüyor. Haritada sadece Ankara ve Eskişehir’de yaşayanların ortalama eğitim süresinin 8 yıldan fazla olduğunu görüyorsunuz. Buna karşılık Urfa ve Ağrı’da da ortalama eğitim süresi 5 yılın bile altında.Bütün Türkiye’nin ortalamasına baktığımızda sadece6.5 yılı okullarda geçirdiğimizi görüyoruz. 2000 yılında bu ortalama 5.5 yıldı; 10 yılda 1 yıl arttırabilirmişiz.

Untitled

Oysa aynı süre içinde Norveç ortalama 11.5 yıldan 12.6 yıla geldi. Almanya 10.5’dan 12.2’ye geldi. İsviçre 10.3’ten 11 yıla geldi. Fransa 9.3’ten 10.6’ya yükseldi. İtalya 8.4 yıldan 10.1 yıla çıktı.

Grafikte ilk 13 ülkeyi gösterdim.

oran

Son günlerde dersaneler gündeme geldikçe rahatsız oluyorum . Düşünün ki bir eğitim sistemi var , bu sistemin açığını kapatmaya çalışan çıkarcı bir grup var! Bu mantık sürdüğü sürece yanlış yaparsınız. Mevcut sisteme bağlı olarak yapılan hazırlama sistemi olarak düşünürseniz , mevcut sistem ne kadar iyileşirse otomatik olarak dersanelerin öneminin düşeceğini düşünememek zor olmaz.

Dersanelerin fiyatlarından bile yola çıksanız , dersanelerin aslında daha iyi bir kariyer yakalamak için öğrencilerin gittiği bir yer olarak düşünmeniz kolay olacaktır. Okul başarısının düşük olan öğrencilerin de dersaneleri gitmesi zor olduğu gibi bu tür dersaneler de bu tür öğrencileri tercih etmezler ( Rekabet,başarı anlamda söylüyorum. Yoksa müşteri anlamında kabul ederler)

Yukarıdaki grafiğe geri dönersek(sarı renkli alanlar) , ülkemizde 25-34 yaş nüfusumuzun yüzde 60’ı ilkokul mezunu. Bu kişilerin çocukların velilerinin okullara yönlendirilmesinin ne kadar sağlıklı olduğunu düşünebiliriz ki? (Okullarda görev alan öğretmenlerin öğretme güçlüğünü düşünün artık)

“Ben Matematikten,Fizikten hiç anlamam” , “ Boş zaman bulursam kitap okurum”  diyen keskin bir kitlenin “ Ben o kadar para veriyorum , eğitimin en iyisini isterim” , “Oğlum üniversiteyi kazansın da , paranın sözü olmaz” diyen uç zihniyetlerden bahsediyoruz .(Doğu/batı düşünceleri de aynı) . Böyle bir zihniyetin içinde cılız bir sisteme entegre olmuş , marjinal fayda sağlayan dersaneler ne yapabilir?

Peki biraz da okulların istatistiklerine bakıp daha da irdeleyelim. 2011-12 öğrenim yılında liselerimiz 712 bin 702 mezun verdi ama bunlardan 487 bin 314’ü üniversite sınavına girdi; girenlerin de sadece yüzde 30.24’ü dört yıllık lisans, yüzde 9.33’ü de iki yıllık ön lisans programlarına yerleştirildi.

Aynı yıl 332 bin 154 meslek lisesi mezunundan 277 bin 283’ü üniversite sınavına girdi. Bunların sadece yüzde 7.06’sı dört yıllık lisans, yüzde 43.02’si ise iki yıllık ön lisans programlarına yerleşebildi.

Evet doğru, üniversite sayımız ve kontenjanımız yetersiz, üniversitelerimizde okullaşma oranımız %  40 seviyesinde, yani üniversite çağında olan on gencimizin dördü üniversiteye gidebiliyor. Ama yine de, liselerimizin mezun ettiği gençlerin akademik seviyesi ve kalitesi bir hayli yetersiz; bunu görmeliyiz.

sss

Peki dersaneye gitmek bu akademik kaliteyi arttırıyor mu? Bu son derece tartışmalı; çünkü Milli Eğitim Bakanı’nın da söylediği gibi, zaten üniversiteye yüksek oranda öğrenci sokan liselerin öğrencileri dersaneye gidenler. Yani, büyük ihtimalle kazanacakları bir yarışta kendilerine son bir avantaj elde etmeye çalışanlar dersane müşterileri.Esas olarak  bu fikri kabul etmek ve bu konu için birşeyler yapmak gerekmiyor mu?

Üniversite sınav başarısı sınırlı olan liselerden, yani görece daha dezavantajlı olan okullardan gelen öğrencisi yok denecek kadar az . O sayı da dersaneye giden çok az bir gruptan kaynaklanıyor.  Şu anki Milli Eğitimin dediği gibi olsaydı , başarısı sınırlı olan okulların dersane desteğiyle kazananların sayısı istatistiklere yansımaz mıydı ? Analiz etmek zor değil.

O yüzden dersanelerin devlet okullarının bozduğu eşitliği bir ölçüde sağlamak gibi bir işlev üstlendikleri iddiası boş bir iddia olduğu görülüyor.

images (1)

Evet ,dersanelerin okul sistemi içerisinde yer alması da güzel bir adım fakat dersanelerin işlevlerini değiştirerek , öncelik vereceğiniz konulardan sonra devreye alınabilir. Buradan Abbas güçlü’nün güzel yazısını da okuyabilirsiniz.

 

Not : İsmet Berkan’nın eğitimle ilgili verilerin analizini çok iyi yapmaktadır. Yazılarını okumanızı öneririm.

 

Kısa Film Önerisi _ İşaretler (Signs)


2005 yılında  Bursa’da  Kısa Film Festivalinde izlediğim bir kısa filmi  hala hatırlarım.

Sabahın erken saatlerinde ve akşam iş çıkışında  gazete okuyan , MP3 dinleyen , uyuklayan , kitap okuyan insanlardan oluşan metroda  büyük bir sessizlik kaplar.

Eğer biri devamlı gülümser ve içtenlikle kahkaha atıp , diğer insanların da  katılmasını sağlarsa ya o toplumdan dışlanır ya da  kısa film olur.

Bulabilirsem buraya ekler , arşivde kalmasını sağlarım.Edit : Videoyu buldum , ekliyorum.

Bu tatta uzun zamandır kısa film izlememiştim . Bugün 2.kez  bu tadı aldığımı düşünüyorum.

Monoton hayatımızın sabah kalktığımızdaki hayat enerjisini , aşkın ve sosyalleşmenin önemini , küçük işaretlerin büyük anlamını  bu kısa  filmde  göreceksiniz.

Öneriler ve Eleştiriler


 

Arkadaşlar merhaba ,

Öncelikle  blog sayfamızda özgün sorularımıza yer vereceğiz. Benim özgün sorularımın yanında  bu blogdaki  arkadaşlarımızın da  soru sorma yetenekleri  üst düzeyde olup yakın bir zamanda sorularını soracaklardır.

Blog sayfasıyla ilgili  bütün eleştiri ve önerilerinizi  bu sayfaya yazabilirsiniz.

Amacımız bu blog sayfasını daha yararlı , etkin  bir şekilde  kullanmak  olması nedeniyle yeni oyun ,soru önerileriniz ve sizi katkılarınız  önemlidir.

Güzel bir blog olmasını ümit ederek , herkese iyi bir yıl dilerim.